MATURİDİLİK KONFERANSI


TÜRK OCAĞI’NIN MATURÎDÎLİK KONFERANSI BÜYÜK İLGİYLE İZLENDİ

Prof. Sönmez Kutlu, “Maturîdî’ye göre kâfir, küfrü sebebiyle öldürülemez; cezasını âhirette ancak Allah verir.!”

Kahramanmaraş Türk Ocağı’nın önceki gün düzenlemiş olduğu ve Ankara Üniv. İlâhiyat Fakültesi Mezhepler Tarihi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sönmez Kutlu’nun sunduğu “Mâturidîlik Düşüncesi ve Günümüz Sorunlarının Çözümündeki Rolü” konulu konferans, Türk Ocakları camiası ve halkımız tarafından büyük bir ilgiyle izlendi. Necip Fazıl Kültür Merkezinde sunulan Konferansa, Vali Mustafa Hakan Güvençer ve İl Müftüsü Muhammet Gevher ile birlikte birçok sivil toplum kuruluşu yetkilileri de katıldılar.

“İnsanlar kıyıcıydılar kitaplara kaçtım”



“İnsanlar kıyıcıydılar kitaplara kaçtım”

Ahmet Doğan İlbey ilbeyali@hotmail.com

Her şeyini kitaba yatıran, yarın ölecekmiş gibi vaktinin bir dakikasını dahi kitaptan ayrı yaşamaktan hicap eden, kitapları su gibi içen, hava gibi soluyan, kitaplara su, hava ve ekmekten daha fazla ihtiyaç duyan, nikahlı eşi gibi yanında hiç ayırmayan, bu uğurda otuz sekiz yaşında gözlerini tamamen kaybeden âmâ üstadım Cemil Meriç’in tefekkür mücadelesinin neresinden geçer, zihinleri “görsel teknoloji”yle çürümüş şimdiki zaman insanları.

On bir yaşında başlayıp bir ömür boyu devam eden okuma aşkından dolayı gönlünden beyninin bütün kıvrımlarına kadar kitapla meczolmuş hayatını kaç kişi biliyor? Gözleri görmez olunca her gün saat saat başkasına okuttuğu kitapları, gören gözlerle okuyan birinden daha kavî bir aşkla dinlemiş ve yazdırdığı notlarını kitaplaştırmış bir kahramandı o.

“Bosna Bizim Neyimiz Olur?”

ali doğan ilbey ile ilgili görsel sonucu
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Kültür ve Medeniyet Topluluğu’nun 4 Kasım 2015 tarihinde tertip ettiği “Bosna Bizim Neyimiz Olur” adlı programda, Osmanlı’nın yaydığı ve yaşattığı millet düşüncesiyle gönlümün sürur bulduğu birkaç saatlik saadet yaşadım.
Milletdaşlığımızın, kardeşliğimizin dile gelip duygulandığım ve evlad-ı fatihan Bosnalıların gönlümde ziyadesiyle yer ettiği bu fikirli program, KSÜ’nün Basın ve Yayın Uzmanı Mehmet Yaşar’ın takdimi ve Bosna üstüne okuduğu şiirle başladı.
Ardından Kültür ve Medeniyet Topluluğu’nun Başkanı ve Semerkand-Mostar Gençlik Grubu’nun temsilcilerinden Ferhat Ağca Bosna intibalarını ve programın gayesini duygulu bir şekilde anlattı.
On yıldan fazla oldu ki, Osman Nalbant ağabey, Evlâd-ı Fatihan Bosna’yı anlattıkça Bosna yüreğimde dindiremediğim bir yara, bir dâüssıla hâline gelmişti. Mostar Dergisi’nin Genel Yayın Müdürlüğünü yaptığı yıllar içinde Semerkand-Mostar Grubu’nun temsilcisi olarak nice kültür ve medeniyet erbabını defalarca Bosna’ya taşıdı.

Benim halkım hangi ara bu kadar insafsız oldu?

Ben yıllar süren derin bir uykudaydım da yeni mi uyandım…

Benim “karşısındaki incinir” diye lafını kuyumcu terazisinde tartıp öyle söyleyen o saf, temiz, duru, merhametli, şefkatli halkıma ne oldu?

Benim halkım hangi ara bu kadar zalim, bu kadar merhametsiz, bu kadar gaddar oldu da benim haberim olmadı.

Karıncayı incitmekten bile korkan bu necip millet hangi ara eşinin, dostunun, arkadaşının, komşusunun kalbine ayaklarıyla basar oldu, kalbini ezer oldu.

Yahu bu halk hangi ara kaybetti insanlığını.

Hangi ara bu kadar nezaketsiz, kaba, saygısız bir toplum olduk söyleyin hele…

Kurbanınız olayım söyleyin biz hangi ara bu hale düştük…
........…

GÖRSEL; İKİ TARAFI KESKİN KILIÇ

GÖRSEL; İKİ TARAFI KESKİN KILIÇ

Birine aradığı yeri/adresi iyi bildiğiniz yol üzerinden tarif edersiniz ama muhatabınızın orayı bulup bulamayacağı, sizin ağzınızdan çıkan sözlerin onun zihnine ulaştığında alacağı şekle bağlıdır. Eliyle koymuş gibi bulması da mümkündür; hiç alakasız yollara saparak, varması gereken yerden uzak düşüp gıyabınızda ‘saydırması’ da pekala ihtimal dahilindedir. Bilhassa teknik adamlar ve bu konunun önemini bilenler, eğer mümkünse küçük bir kağıda lafzen söylediğini basit çizgilerle bir tür ‘ilkel resim’ oluşturacak bir şema çizerek yolcunun eline tutuştururlar. Ki, yol boyunca ellerinde, güzergah ile kıyaslayıp doğru yolda olup olmadıklarını belirleyebilecekleri ‘yarı somut’ diyebileceğimiz bir araç olsun..Bu yöntem hem akılda tutulması zor olacak kadar çok söz söyleme ihtiyacını ortadan kaldırır, hem de bir takım sembolleri o şekle/şemaya kolayca ilave etmek suretiyle kıyaslamanın daha sağlıklı yapılabilmesini mümkün kılar.

TUZAK (Sıddık Altunbaş)


Benzerlerini çeşitli yayın organlarında daha önce de gördüğümüz türden, marastimes.com’da yayınlanan haber: “Kahramanmaraş Piazza’da Görsel Şölen” başlığını taşıyor. Bir hattatın aylar boyu göz nuru dökerek hazırladığı yazıları/levhaları sergilemesine imkan verilerek ‘ziyaretçi’lerin ilgisine, istifadesine sunulmuş. Söz konusu mekan(lar)da bu etkinlik ilk değil, son da olmayacak. Bu mekan bir alışveriş merkezi yani bilinen kısa adıyla AVM. Yani, bütün derdin ve gözetilen esas amacın, algı yönetimi dahil Kapitalizmin geliştirdiği her türlü yöntemi kullanarak geniş kitleleri oraya çekmek ve bu cazibeden kendini alıkoyamayanların cebinde olan ve hatta olmayan parayı olabildiğince bu sistemin temsilcilerinin hesabına aktarmak olduğu bir yapı.

Bir de güzel(!) özelliği var; parayı verenin kim olduğu, kime-neye mensup olduğu, nasıl bir kişilik yapısına sahip olduğu (hatta kişiliğinin olup olmadığı) onu hiç ilgilendirmez. Eli ve cebi olan, aklını, sorgulamacı yanını yatıştırmaya meyilli olan her meşrepten insan hedef kitlesinin bir parçasıdır. Mühim olan çağrıya icabet edilmesi, sunulan cazibeye direnilmeyerek o yapıdan içeriye adımın atılmasıdır. Göze kestirilen hedef, kapana bir kere düştü mü gerisi kolay! Bu yapıların birer kapan/tuzak olduğunu anlamak için allâme olmaya da gerek yok; herhangi bir kapanın yapısına, mantığına biraz aşina olmak yeter. Kapanın çok çeşitleri olsa da; temel olarak içeride ne olup bittiğini dışarıya yansıtmayan geçici veya kalıcı bir ‘yapı’ya kapanı kuranın tayin ettiği bir delikten girilir veya bir düzeneği harekete geçirecek adım atılır, gerisi malum. Yalnız bir farkla ki, burada amaç kurbanı bir seferde safdışı etmek olmadığı için, maksat hasıl olunca fiziksel ve duygusal olarak kendini iyi hissederek oradan çıkabilecek kadar özgür(!) olmalıdır, ki tekrar-be-tekrar gelebilsin. Bunun için de gerekli bütün şartlar, muhtelif ‘beyin yıkama’ yöntemleriyle ön-yıkama yapılarak günler, aylar öncesinden hazırlanır ve herhangi bir unutmayı, ihmali yahut tavsatmayı önlemek için farklı isimler altında yapılan bu çalışma süreklilik arzeder.

Tezgaha girip çıkanın zaman zaman aklı zonklasa da bunun bir önemi yok. Toplumda, çevrede, ailede bu zonklamayı yatıştıracak yığınla gönüllü(!) imdada yetişir!

Peki, kapitalizmin mâbetleri olarak nitelendirilen bu AVM’lerde kadim kültürümüzün ve İslam dinini merkeze koyarak görkemli bir medeniyeti inşa etmiş olan hayat tarzımızın çok mühim bir unsuru olarak gelişmiş Hat Sanatı’na dair sergi açılması kim açısından neyi ifade ediyor? Hadi avâmı anladık diyelim; bu sanatları temsil ettiği iddiasında olan ve meşgalesi bu iddia ile çelişmeyen insanların bu gibi tekliflere koşarak gitmelerini ya da bizzat talep etmelerini ne ile açıklayacağız? Acaba, Kapitalizmin hidayete ermesi umuduyla yapılan bir tebliğ gayreti midir?

Mesela; bu sergi sahibi, “eserlerimi sergimek için bu mekanı seçmekle yatıp kalkıp alenen veya zımnen Batı tipi hayat tarzına mesafeli duran bir kesimin bu mâbetlere ayağını alıştırmaya hizmet etmiş olur muyum?” kaygısını aklından geçirmiş midir acaba, ya da böyle bir kaygı zâid midir?

Benzer kaygıları mesela, okuyuculara kitap imzalama âyinleri düzenlenmesi için de dile getirmek mümkündür. Esasında nerede yapılırsa yapılsın, müellifle okuyucu arasındaki münasebette imza meselesinin topluca icra edilen nevzuhur bir ritüel haline getirilmesinin bile bu münasebetin tılsımını bozup sıradanlaştırdığı kanaatindeyim. Diyelim ki bir kitap fuarında ya da yayınevi bünyesinde yapıldığı takdirde bunu bir şekilde tevil etsek bile ismi kitap ile müsemmâ olan kütüphanelerin veya mesela müellifin akademisyen olduğu durumlarda akademik mekanların bu ‘âyin’lere evsahipliği yapmıyor olması, kanatimce bu faaliyetlerin gerçek amacının ne olduğunu sorgulamak için yeterli sebeptir.

Bir AVM’de Batı kültürünü ve dünya görüşünü temsil eden bir sergi ya da başka türlü bir faaliyet düzenlenmesi mühim bir tenâkuz teşkil etmeyebilir. Fakat, Türk-İslam Medeniyeti’nin göz kamaştıran inceliklerini, kadim kültürümüzün seçkin örneklerini, ağırlıklı olarak kendilerini bu medeniyetin varisi addedenlere sunmak üzere, Kapitalizmin “azizleri”nin ruhlarının kol gezdiği bu mekanları tercih etmenin ne anlama geldiği üzerinde hassaten düşünülmesi gerekir. Bu durum ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satmak’tan daha mı ehvendir!?

Şayet sergilenen o levhaların birinde şâirin “Bâtıl hemîşe bâtıl u merdûddur velî / Müşkil budur ki sûret-i haktan zuhûr ide” beyti de yer buluyorsa o zaman “Kel Keyfim Kel”!.

SEVGİNİN GÜCÜ (Mustafa Okumuş)

Ne zaman toplumsallığı inciten, değer yargılarımı yaralayan bir davranışla karşılaşsam, gönlüm kırılganlaşır, beklentilerim çıkmaza girer, bir başka bahara kalır. Olumsuzlukların acısını tek yanlı bir hoşgörüye yükler, kendimi rahatlatmaya çalışırım. Ama kolay olmaz bu. Boş ver desem de antenlerim çalışır. Önce kendimi sorgularım. Sonra da empati kurmaya yönelir, batan dikeni çıkarmaya çalışırım, yüreğim acısa da…
Bu arada beynimin ekranına onca soru ve yanıt çöreklenir; çözüm beklerler benden. Aczimi kabul etsem bile ikna edemem onları. Bu yüzden seçenekleri irdeleme gereği duyarım. Sonunda bir seçim yapmak zorunda kalırım. Sevgi ya da sevgisizlikte yoğunlaşırım. Sevgisizliği ve de acımasızlığı itici, yıkıcı bulur, elerim. Çünkü sevgisizlik bencilliğin güdümündedir. Oysa sevgi öyle mi? Sevgi diyagramdır. Özü çekici, birleştirici, otayıcı, paylaşımcı ve dayanışmacı dediğimde, toplumsal sorunlarımızın tümünün temelinde bir dinamit gibi sevgisizliğin sonucu olan acımasızlığın yattığını kabul ederim.

Komşu Gezmesi (Sıddık Altunbaş)


Komşunuz vardır, ‘bir mâniniz yoksa kahve içmeye gelmek isterim’ şeklinde bir haber salarsınız yahut kendiniz sorarsınız. Genellikle de buna bir mâni olmaz, ‘buyur gel, memnun olurum’ denilerek kahvenin yolu açılır. Hani bu kahve içmeye bahane, sadece bir görüşme, muhabbet etme isteği olsa, ilk akla gelen komşuyu çağırmaktır. Fakat, mesela bir iç daralması veya bir tebdil-i mekan ihtiyacı sözkonusu ise bahanesi kahve olan komşu ziyareti daha tercihe şayan görülür ve imdada yetişir.

Bu kenarda duradursun..
*******
“Ben onunla içimden konuşuyordum” diyor Cahit Zarifoğlu. Ne demekse!.. Nasıl bir şeyse ‘içinden konuşmak’!?. ‘İçindeki’ ile konuşmak mı, yoksa ‘dışındaki’nin, uzağındakinin içiyle içten içe, ‘kâl’den ve ‘hâl’den farklı bir iletişim dili mi geliştirdiler, bilinmez..

ÜLKEMİZDE VE TÜRK DÜNYASINDA TÜRK TARIHI ÖĞRETIMINİN MESELELERI

ÜLKEMİZDE VE TÜRK DÜNYASINDA TÜRK TARIHI ÖĞRETIMINİN MESELELERI

Türk Ocakları Kahramanmaraş Şûbesinin 2013-14 yılı güz dönemi sohbet ve konferansları dizisinin son programı, tarih öğretiminin meselelerine ayrılmıştı. Sohbetin konuşmacısı olan K.S.Ü. Tarih Bölümü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Mehmet Suat Bal, iki yıl önce İstanbul Türk Ocakları’nın Marmara Üniversitesi ve TİKA ile işbirliği hâlinde bu konuda düzenledikleri uluslar-arası bir Bilgi Şölenine de katılmıştı. Orada temel soru şu idi: Gerek ülkemizde, gerekse bütünüyle Türk Dünyasında Türk Tarihi ne kadar isabetli ve maksada uygun bir şekilde okutulabiliyor? Ve bu konunun önünde hangi engeller yaşanmaktadır?

Şûbe Başkanı Dr. Abdullah Tekinşen’in, konunun önemini vurgulayan takdiminden sonra Doç Dr. Mehmet Suat Bal söz aldı. Doç. Bal, ortak tarih yazımı ve öğretiminin sadece bize ve Türk Dünyasına has bir melese olmadığını, II. Dünya Savaşından sonra, o büyük kavgaya rağmen vaktiyle Avrupa Biriliği fikrinin bile onların kendi ortak tarihlerini yazma projesiyle başladığını; oysa ayni milletin dalları olarak bu konunun bizler için daha önemli ve Avrupalılara göre daha kolay olduğunu söylemekle başladı. Hep verilen örnekler olması hasebiyle; Yıldırım Bayezid-Timur kavgasının, Yavuz Sultan Selim-Şah İsmail kavgasının tek bir taraftan bakılarak yazılıp öğretilmesinin bugün Türk Dünyasının işbirliği ve kültürel bütünlüğü dâvasını zedelediğini, âdeta ortak tarih bilinci oluşturmamızı engellediğini, bunları engel olmaktan çıkarmanın ise bizim ve Avrasya’da yaşayan bütün Türk devletlerinin işi olduğunu, özellikle her ülkenin tarihçilerine bu konuda çok görev düştüğünü vurguladı.

SAVRUK SAVRULUYOR MU? (Abdulhakim Eren)

Kahramanmaraş'ı tanımak, incelemek, öğrenmek, bilmek, tanıtmak, sevdirmek, tartıştırmak için il içi kültür-sanat, inceleme araştırma v.b. amaçlı geziler yapıyoruz yıllardır

2013 gezilerimizi BİLSEK' in organizasyonu, Kültür-Sanat Derneği, KAFSAD, Kültür Sanat Evi, Üniversitelerden katılanlar, Kültür Sanat Platformu Derneği yayıncı kuruluşlar, yazarlar, öğretmenler, sanat adamları, profesörler, öğrenciler, doktorlar velhasıl her meslek gurubundan insanlarla, doğa, sanat, kültür severlerle yaptık bu güne kadar.

Güzel Sanatlar Fakültesinde Bir Güzel Adam: Prof.Dr. MEHMET ÖZKARCI

Geçtiğimiz günlerde “birkaç güzel adamla” birlikte “bir güzel adamı” ziyarete gittik.
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nin yeni rektörü Prof. Dr. Durmuş Deveci, KSÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanlığına Prof. Dr. Mehmet Özkarcı’yı atadı.
Özkarcı herşeyden önce gerçekten güzel bir insan.
Bu ülkeyi de, bu şehri de çok seviyor.
Çalışkan… Üretken…  Vizyon sahibi… Güzel de bir yüreğe sahip…
Sayın Mehmet Özkarcı’yı Kültür Sanat Derneği Başkanı Abdulhakim Eren, BİLSEK Başkanı Mehmet Köşk, Abdulgaffar Polat, Ramazan Avcı ile birlikte ziyare ettik.

ŞEHİR KİMLİĞİ ÇALIŞTAYI (Sıddık Altunbaş)

 the
81 ilde yapılması planlanan bu çalıştay dizisinin dokuzuncusu 20 Ocak 2015’te Çevre ve Şehircilik Bakanı Sn. İdris Güllüce’nin de katılımıyla Kahramanmaraş’ta gerçekleştirilecek. Bakanlığın, bu çalıştayın yol haritası mahiyetindeki ilgili yönergesi çerçevesinde bazı düşüncelerimi paylaşmak isterim..

Bu çalıştaylar dizisinde Maraş’ın “zor bir şehir” olarak öne çıkacağını tahmin ediyorum. Neden zor? Çünkü son derece çeşitli ve zengin potansiyeline rağmen bu imkanları harekete geçirmekte çok geç kalmış, bunu farkedip harekete geçmesinden sonra da geç kalmışlığın getirdiği telaş ve arayışla, takriben son 30-40 yıl gibi çok kısa bir zamana, gelişme adına çok sayıda telafisi zor hataları sığdırmış bir şehirdir.

Ayaklar Altına Alınan Ses Bayrağımız

Bir milletin tanımını yaparken her şeyden önce “aynı dili konuşan” diye başlanır cümleye. Çünkü dil, milleti meydana getiren millî kültürün ve millî duygunun taşıyıcısı, aktarıcısı; millî varlığın, birliğin ve kültürün temeli ve teminatıdır. 
 Bizi kimliğimizle birlikte geçmişten günümüze taşıyan, günümüzden de geleceğe taşıyacak olan en önemli varlığımız dilimizdir. Tarih dillerini kaybettikten sonra baskın kültürlerin egemenliğinde benliklerini de kaybederek tarih sahnesinden silinen veya sömürge devleti olarak hayatını devam ettiren milletlerin hikâyeleriyle doludur.

Edebiyat Bülteninden Abdurrahim Karakoç İçin Çok Özel Bir Özel Sayı (Ramazan Avcı)

Türkiye Dil Ve Edebiyat Derneği Çorum Şubesi yayın organı Edebiyat Bülteni, Nisan 2014 tarihli 10. Sayısını Abdurrahim Karakoç Özel Sayısı olarak çıkarttı.
“Bu toprağın sesi olan şairler, ilgiyi, iltifatı ve vefayı fazlasıyla hak etmektedirler” anlayışıyla Abdurrahim Karakoç’u anmak, anlamak ve anlatmak için kolları sıvayan Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Çorum Şubesi, dolu dolu bir özel sayı ile Abdurrahim Karakoç’un anısına yakışır bir dergi ortaya koymuşlar.

Havasına Suyuna (M.Fatih Erdoğan)

Suyu bilmem ama soğukların bastırmasıyla birlikte şehrimin havasının tadı da tuzu da kaçtı. Güzel Şehrimin üzerinde yoğun kömür kokusu ve genizleri yakan pis bir hava tabakası oluştu.
“Hava kirliliğine doğal gaz da çare olmadı” diyeceğim ama dilim varmıyor. Doğal gaz kullanımının hızla artmasına rağmen bir türlü istenilen seviyelere çıkartılamadığı da elbette doğru ama kirliliğin tek başına sebebi elbette değil. Ya birde doğal gaz kullanılmasaydı diye düşündüğümde aklıma gelenler ise gerçekten tam bir felaket.
Özellikle rüzgârın etkili olmadığı günlerde görülen ve sınır değerleri hayli aşan hava kirliliği insan sağlığını tehdit edecek boyutlara ulaşıyor. Kalp ve diyabet hastası olan vatandaşların bırakın yürüyüş yapmalarını sokağa çıkmaları bile imkansızlaşıyor.

Atışma Türünü Yeni Şartlarda Sürdürme Çabasının Meyvesi Bir Kitap: Söz Açarı (Ramazan Avcı)

Yiğitliğin ve kahramanlığın sembolü Köroğlu, son nefesinde  “Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu.” demişti. Bu söz teknolojik gelişmenin insanî değerleri ortadan kaldıran olumsuzluğuna ilk tepki, ilk serzeniş, ilk isyan fakat aynı zamanda ilk boyun eğişti. O günden bu güne fert ve toplum hayatımıza hâkim olan sanayi ve teknoloji çağı; alışkanlıklarımızı, zevklerimizi, tutkularımızı, geleneklerimizi hülasa değerlerimizi bir bir değiştirdi.
Sanayi ve teknoloji çağı, Yeni Türk Edebiyatı alanında önemli değişimlere ve gelişmelere sahne olurken Âşık Tarzı Halk Edebiyatı geleneğine büyük zararlar vermiştir. Bu geleneğin içinde çok önemli bir yer tutan atışmalar Azerbaycan’da canlılığını sürdürmekteyse de Anadolu sahasında bu damar her geçen gün hızla daralmaktadır.  Yazının devamı

Toplumsallık İnsana Verdiğimiz Değer ve Hizmetle Boyutlanır (Mustafa Okumuş)


Bakarım da fukaranın, bilgi ve erdem sahiplerinin baştan yüzü soğuk olur. Ya da tuzu kurular, öyle şaş bakarlar onlara. Işığa sırt çevirirler; karanlığı alırlar önlerine. Böylece kalıcı değil, geçici değerlere tutsak ederler kendilerini. Farkına varmadan gerçeği, erdemi ve bilgiyi dışlama yanlışlığına düşerler. Kendi göreceli ölçülerini kullanarak bu kaynaklara yukarıdan bakma yanlışlığına düşerler de bunun bilincine varamazlar. At gözlüğü onlarda beyin ve yürek körlüğü yaratır.

Yaşamak Bir Savaşımdır (Mustafa Okumuş)

İnsanoğlu ağlayarak açar, dünyaya gözlerini. Bundan sonra başlar yaşam savaşımı evre evre ölünceye dek. Kayıplar, kazanımlar hep birbirini izler. Yaşamın, kendine özgü kesitleri, savaşım alanlarını ve yöntemlerini kendisi geliştirir. Yaşam önüne koyduğu ereklere ulaşım savaşımıdır, bir bakıma. Bu erek hedefleri için verilen her mücadele, risklerini de utkularını da kendi içinde taşır. Bir madalyonun iki yüzü gibi? Risk yoksa utku yok, utku yoksa risk de yoktur.

Allah doğanın tüm ayrıntılarını kendi zıddıyla bir bütün olarak donatmıştır. Sözgelimi, gül rengiyle kokusuyla albenili bir çiçektir. Oysa çevresi  dikenlerle kaplıdır. Elimize diken batmasını göze alamıyorsak, gülü koklama ondan haz alma hakkımız yoktur. Ne demiş atalar:  "Gülü seven dikenine katlanır." Bal arısı bal üreten çok yararlı bir böcektir ama kuyruğundaki iğnede zehir taşır.

Büyükşehir Tamam da, Büyük Medeniyetin Şehri Olabilir miyiz? (İsmail Çelik)

Hepimizde şöyle müstakil, bahçeli, modern nitelikte bir ev özlemi vardır. Kum medeniyetinin kuşattığı kuşaklarız. Aslında kum yığınlarının, yapay çimentolarla yapıştırılmasıyla oluşturulan şehirler;  yapay kültürün kaynaştıramadığı, çürük şehir medeniyetini üretiyor. Bu durum, 3.dünya ülkelerinin ve gelişmekte olan ekonomilerin sorunu aslında.  Çarşaf gibi açılmış şehirler yerine, topaçlaşmış, büzüşmüş, dar alana yığılmış şehirler? Yazının devamı

Bilgisayarcının Son Dersi (Yakup Kaman)

Bir profösörün mezun edeceği talebelerine verdiği son ders
Bilgisayar Mühendisi Arkadaş, İnşallah iyi bir donanımcı veya iyi bir yazılımcı veya iyi bir networkçü veya iyi bir sistem yöneticisi olacaksın. Yalnız şu mühim meseleleri sakın aklından çıkarma; Bu kainatın öyle bir donanımcısı vardır ki, bütün mevcudâtı ve içinde yer yüzünü create etmiş, güneşi bir power source, ayı bir system clock yapmış. O power source'dur ki kesintiye uğramaz ve o system clocktur ki şaşmaz ve şaşırmaz, o donanımcının ilminin ve sanatının nihayetsizliğini gösterir. Yazının Devamı

Bu seneki Öğretmenler Günü hediyem de muhteşem (Ali Çam)

Bu gün sınıfıma gelen bir öğretmen arkadaşımla konuşurken fazlaca gürültü yapan öğrencilerime "Beni çok üzdünüz? Eğer böyle yapmaya devam ederseniz benim öğrencim olduğunuz için mutlu olmam? İyi ki benim öğrencimsiniz demem" dedim.

Verdiğim tepkinin öğrencilerim üzerinde ne tür bir etki bıraktığını da düşünmedim doğrusu. Dersimizi işlemeye devam ettik.

Son derste hiç alakasız bir zamanda şarkı söylemeye başladım. Benimle beraber öğrencilerim de keyiflenmişti. Bir öğrencim:

"Öğretmenim" dedi. "Siz bize iyi ki öğrencimsiniz demeseniz de biz size iyi ki bizim öğretmenimizsiniz" diyoruz?

Kurtuluş'un 100. Yılında Kahramanmaraş Basın Açıklaması

Çok kıymetli Kahramanmaraş sevdalıları ve değerli basın mensupları?¦ Yaklaşık 8 ay önce başlayan ve Kurtuluş'unun 100. yılında hayal ettiğimiz Kahramanmaraş'ı konuştuğumuz projemizin ilk aşaması bu gün sona ermiş bulunuyor. 

Kahramanmaraş'ı seven, daha yaşanabilir bir şehir hayali kuran, suçu başkalarının üzerine atmak yerine elini taşın altına koyan, eleştirmek yerine yol gösteren, çözüm üreten ve çözümün bir parçası olmayı kabul eden çok sayıda kişi ve kurumla bu günlere geldik.

Kadına Şiddet Kadınların Değil Erkeklerin Sorunudur (Ali Çam)

Çoktandır bir "kadına şiddet" yazısı yazmaya karar vermiştim.  Olmadı. 

Ne zaman bilgisayarın başına otursam bir "kadına şiddet" yazısı için, gözlerim doldu. Sustum kaldım. 
Gücünü, kuvvetini karısına karşı gösteren ama dışarıda süt dökmüş kedi gibi pısırık, uyuz, uyuşuk dolaşan sözüm ona erkekler için ne yazabilirim ki?¦ 

Ya da bir erkeğin himayesine sığınan ama sığındığı erkeğin şiddetine maruz kalan kadın için ne diyebilirim? Yazının devamı

Yeni Edebiyat Yaprağı (Mustafa Zincirkıran)

Bu yazımda, henüz tanımamış olan ve okumayı seven siz değerli dostlarıma ilimizde bu yılbaşında yayın hayatına başlamış olan mütevazi bir dergiyi tanıtmaya çalışacağım. 

Ali Haydar Tuğ Bey'in yönetiminde yayımlanan ve edebiyata gönül vermiş eli kalem tutan güzel insanların yazı ve şiirleriyle beslediği dergimizin adı YENİ EDEBİYAT YAPRAĞI. İki aylık olarak çıkan derginin Mart-Nisan aylarını kapsayan ikinci sayısını da ilk sayısı gibi büyük bir zevkle okudum ama sindire sindire?¦ İnşallah Mayıs-Haziran sayısını ve takip eden diğer sayılarını da görüp ve okuyabiliriz. Yazının devamı

Ben Keyfim ve Kahyası (Şule Tarak)

Şimdi zaman başkalaştı. Artık ahir zamandayız. Ahir son demek, kıyamete doğru son bulacak yaşamımızın son demlerindeyiz. Komşusu açken tok yatma zamanı şimdi. Hal hatır sormama zamanı şimdi. Habersiz çalan kapıya şaşırma asrındayız artık. Selam verene şaşırma günü. Hasta ziyaretlerine şaşırdığımız, bayramda gelip gitmelerin azaldığı, yaşlıların yalnızlığa terk edildiği, çocuklara tapılan, büyüklerden vebalı gibi kaçılan bir zamandayız artık. Yazının devamı

Kır Zincirleri (Ahmet Sandal)

"Asr'a yemin ederim ki, insan gerçekten ziyan içindedir. 
İman edip iyi amel işleyenler ve birbirlerine hakkı ve sabrı 
tavsiye edenler müstesna." (Asr Suresi)
 
Zaman akar, gün gelir elde, ne mal, ne mülk kalır. Varsa yoksa, amellerdir, insanı derin düşünce alır. Ey Nefsim, gafil olma, vicdanın zincirlerini haydi kır. Bağımsızlığını ilan et, "Lailaheillallah" diyerek haykır. Yazının devamı

Önce Ahlak (Ahmet Sandal)

ÖNCE AHLAK - 1
Ahlakın dereceleri kısım kısım yükselir. "Başkalarının iyiliği için kendisini feda etmek", ahlak ve fazilette en zirvedir. Bunu ancak, Peygamberler, Allah'ın evliya ve salih Kulları başarabilir. Ahlakın en taban, en alt seviyesi ise "sana yapılmasını istemediğini başkasına yapmamaktır." Bunu herkes başarabilir. İnsanlar işte ahlakın en düşük seviyesini yerine getirseler, Dünya adeta Cennet olurdu. Yazının devamı

Şehir ve İletişim -3 (Ahmet Sandal)

Şehir ve iletişim denildiğinde, insanın, şehrine sahip çıkması, değerlerine hassas bir gözle bakması, farklı bir bakış açısıyla değerlendirmesini kastediyorum.
Her sabah şehrin sokaklarına çıktığımızda, ilk olarak, şehrin sokaklarına, konaklarına, apartmanlarına, gecekondularına, taş duvarlarına, parke kaldırımlarına, asfalt yollarına, parklarına, bahçelerine, aydınlatma direklerine, duraklarına, ağaçlarına, köpeklerine, kedilerine, velhasıl tüm gördüklerimiz şöyle bir kuvvetlice "esselamünaleyküm" diyelim. Sonra da "aleykümselam" diyerek yolumuza devam edelim. Yazının devamı

Şehir ve İletişim -2 (Ahmet Sandal)

Şehre bir iletişim uzmanı gözüyle, hassas bir biçimde baktığımızda onu kendimize daha yakın görürüz. Kendimizden bir parça biliriz. Kendimizden bir parça gördüğümüzü daha fazla düşünürüz. Gelin düşüncemizi biraz daha yoğunlaştıralım. Şehrin ve şehirde cansız gibi gördüğümüz her varlığın bizle iletişim kurmaya hazır varlıklar olduğunu düşünün.
Düşünün ve ?şehir ve iletişim? hakkında kafa yorun. Ahmet Sandal'ın yazısının devamı

Şehir ve İletişim (Ahmet Sandal)

Şehir, neler barındırır neler. Nice sevince, nice hüzne tanıklık eder. Bu tanıklık, şehrin sokaklarına, konaklarına, apartmanlarına, gecekondularına, taş duvarlarına, parke kaldırımlarına, asfalt yollarına, parklarına ve bahçelerine siner. Bir ah çeker de söyleriz ya; ?şu sokakların dili olsa da konuşsa? diye.
Evet Dostlar evet, tüm bu saydıklarım varlıkların bir dili olsa da konuşsa. Bu saydığım varlıkların hepsini içinde barındıran şehrin bir dili olsa da konuşsa!
Kimler geldi, kimler geçti. Kimler güldü, kimler ağladı. Hangi gözyaşı, nasıl da sel olup aktı gitti. Ahmet Sandal'ın yazısının devamı

Çalışanlara Zamanı İyi Yönetmek Konusunda Tavsiyeler


Zaman, bir sır, bir muamma ve bir bilinmez. Zaman elle tutulmaz, gözle görülmez, içiçe olduğumuz, ancak, mahiyetini tam olarak bilemediğimiz bir kavram, büyük bir değer, eşsiz bir hazine. İnsanoğlu, zaman konusunda aynı denizdeki bir balık gibidir. Balık denizin içinde ancak, denizden habersiz. İnsan da zamanın içinde, ancak, acaba ne olduğunu tam olarak biliyor mu? Zaman, esas olarak, dün, bugün ve yarın diye üçe ayrılır. Gel gör ki, bu da bir zihin aldatmacasıdır. İnsan için, yalnızca içinde bulunduğu bugün vardır. 

Doğru Zamanlama ve Doğru Adresler

Çoğumuz zamanın yetmediğinden işleri yetiştiremediğimizden bahseder dururuz veya bu zamanın içinde iş yaptırdığımız kişi veya işletmelerden şikayet ederiz. Önce şu doğru zamanlama üzerinde duralım. Mustafa Önyurt Yazının devamı

Yusufçuk kuşunun hayalleri

Sabahın ilk ışıklarıyla koşuşan işçiler koca ağacın etrafında toplandılar. Sanki ağaç ellerinden kaçıp kurtulacakmış gibi her biri gözlerini dikmişler bakıyorlar, onu göz hapsinde tutuyorlardı. Beş asırlık bir çınar ağacıydı bu.

Popüler Yayınlar